2 Eylül 2012 Pazar

Siz Hiç Yanıldınız mı?




Hayır, yanılmak derken öyle böyle değil yani...Hani dersiniz; bu saf, kalbi temiz, iyi öyle yani. Sonra en büyük kazığı ondan yersiniz; arkanızdan konuşur, sizi satar, sevgilinizle aldatır falan...
 Keşke bende öyle yanılsaydım.
 İnsan böyle bişey için keşke der mi? demeyin diyor işte. Eğer böyle bir insan çıksaydı; defterden silmek, unutmak, görmezlikten gelmek daha olurdu. Ama öyle değil işte...
 Yanıldım çünkü, o naif ve kendi halinde gibi görünen o kişinin içinde böyle bir kişilik çıkacağını nerden bilebilirdim. Bir insan, bütün derslerden AA ile geçip, cin gibi akla sahip olupta, aynı zamanda nasıl 6 yaşında ki kardeşimden daha mantıksız hareket edebilir.
 Evet bu kişi bize en yakın arkadaşım deyip, o çocuk zekasıyla bizi kandırmaya çalışan, bizimde yakın zamanda 'en' olmasa da yakın arkadaşım olacak bir sahış.
 Sınıfta hoşlandığı çocuğu facebook'ta ekleyip, zavallıyı -6 yaş muhabbetleriyle sıkan, okulda kendini rezil çocuğa hatta herkese rezil eden bi takım hareketlerden sonra, saçmalama sınırlarını zorlayıp; çocukla aynı adlı bir fake hesap açıp, profile birde manken resmi çakıp ilişki durumu yapacak kadar ileri gitti ki buna bizim safça inanacağımızı düşünerek anlatıyor birde.
 Ki saçmalıklar sadece bununla da sınırlı değil, ufak tefek ama birike birike dağ olan o saçmalıklarla bizi rezil etmesinde cabası zaten...
 Ne kadar küçük gibi görünse de aslında çok rahatsız edici bir durum.İşte bu yüzden diyorum keşke bir arkadaş kazığı olsaydı, o zaman hayatından çıkarmak daha kolay olurdu.
 Umarım durumu daha da kötüye gitmeden, önünü alabiliriz...

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Zengin oğlan fakir kız...

Canan Tan, çok kitabını okumamış olsamda sevdiğim, kalemini beğendiğim bir yazardır. Fazla kelime oyunlarına girip okuyucuyu yormadan sade ama akıcı bir üslup kullanır. Birde kitaplarında ağlatabiliyor ki dram türü sevdiğimden bu gibi kitap ve filmleri çok severim.
 Ama Canan Tan'ın 3 kitabını okuduktan sonra şunu farkettim ki; 3 kitapta da baya benzer olaylar mevcutmuş...
 Piraye

 Canan Tan'ın okuduğum ilk kitabıdır kendisi. Aslında bayadır kitaplıkta okunmayı beklemişti çünkü ben görselliğe de önem veririm o yüzden kitabın bu kapağı pek ilgimi cezbetmemişti. Bir geceyarısı ablamın yatağında ağlamasının nedeniymiş bu kitap...Durur muyum? Ertesi gün başladım okumaya tabii. Canan Tan'ı keşfimde böyle olmuştu ki gerisi de geldi.

Yüreğim Seni Çok Sevdi
 Yüreğim Seni Çok Sevdi de yine kapak tasarımından eksiydi ama Piraye gibi önyargılı olmak istemedim ve tabi gelen övgülerden sonrada okumalıydım. Bu kitabıda sevdim ama bence bir Piraye değildi. Ama ortak noktaları çoktu.
 Piraye ve Aslı, İstanbul aşığı kendi ayakları üstünde durmaya programlı çok feminen karakterler, özgürlüklerine ve babalarına düşkünler, derslerinden ve geleceklerinden başka bişey düşünmeyen orta halli ailelerin kızları. Haşim ve Murat ise memleketlerinin ileri gelen ailelerin veliahtları, başlarda cool sonra deli divane aşık karakterler ve aileler tabi ki; kızların aileleri pek modern ama gelir düzeyleri orta seviyededir, erkelerin aileleri dediğim gibi şehrin ileri geleni zengin, eski kafalı.
 Kızlarımızda oğlanlarımız da burunlarından kıl aldırmıyor, hep kavgayla başlar büyük aşklar stayla diyaloglar oluşuyor.
 Tabi sonlar, mutsuz bitmeleri haricinde onlar farklı birbirinden ki Piraye'nin sonunda Haşim'in o pişman hallerine ve sonunda bu pişmanlığı taşıyamayıp kendine kıymasına hıçkırarak ağlamıştım.

En Son Yürekler Ölür

En son Yürekler Ölür ile Canan Tan, organ bağışına dikkat çekmek istemiş kitapta da baya bilgilendirmişti bizi. Bu kitabın ufak şeyler dışında pek benzerliği yok denebilir.
 Tabii kızlarımız aynı yine feminen yine dik kafalı yine orta halli. Oğlanlar tabi yine çok aşık ve çok zengin ne var ki oğlanın ailesi burda kızı hemen seviyor, kabul ediyor. Tam bu kitapta da mutsuz son derken esas oğlanın kalbini alan çocukla yeni aşk başlıyor kızımızın arasında. Kitap genel olarak mutlu sonla bitiyor ama bana göre değil çünkü esas oğlanın kalbini alan yılışık bana göre sürekli kızın etrafında bi takım ısrarlar, emrivakilerle dolanıp duruyor falan bunlar benim tahammül edemediğim tiplerdir. Neyse sonunda evlenmeye karar veriyolar falan.
 Anlaşılan Canan Tan'ın kafasında ki kadın tasviri bu ve bu kadına sürekli romanlarında hayat veriyor. Ama ne yazık ki dünyada hele de Türkiye'de bu kadınlardan o kadar az ki...  

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Kedileri Neden Sevmeyiz?

  
    Yok öyle bişey. Çoğu kişinin aksine ben kedilere oldum olası bayılmışımdır, başkalarınında neden bu kadar nefret ettiğini hiç anlamamışımdır. Ayrıca en sevdiğim hayvandır.
    Hayır ne zararını gördünüz hayvanın?
    Aldığım cevap kimsede değişmiyor: Bir kere nankör bir de beni cırmalamıştı. Allah allah...Köpekte ısırıyor, kuşta gagalıyor, at çifte atıyor ama kimseninde çıkıp köpeklerden nefret ediyorum küçükken beni kovalamıştı demiyor.
    Sen kediye ne iyilik yaptında o sana nankörlük yaptı?
    Böyle gelmiş böyle geçer dünya...
    Siz hiç bir kediyi kucağınıza alıp ensesini okşamadıysanız bilemezsiniz zaten. Onun o anda rahatlaması sizin kucağınıza kendini bırakıvermesi sizide rahatlatır. Hatta kalp, tansiyon ve otizim gibi hastalıklara çok iyi geliyormuş kedi okşamak.
   Bir internet sitesinde okuduğuma göre İngiltere'de bir hastanenin kendi kedisi varmış hastaları tedavi amaçlı. Doktorlar tedavi amaçlı kucaklarına bırakıveriyorlarmış hastaların. Adı da Doktor Felix'miş.
   Hakikaten doğaüstü yaratıklar.
   Eski Mısır'da kediler yüksekten düşüp ölmedikleri, kürek kemikleri olmadığı için heryerden sığabildikleri için kutsal sayılıp tanrı olarak kabul edilmiştir. Adlarının dokuz canlıya çıkmasının sebebide buymuş.


    Ne varki Ortaçağ'da Hristiyanlığın yayılmasıyla eski düşünceler yok olmaya başlamış. Hatta kediler özellikle "Kara Kedi"lere karşı bir nefret duyulmaya ve şeytan gözüyle bile bakmaya başlamışlar. Toplu kedi katliamaları bile yapılmış.
    Uzun lafın kısası gençler; bunlar hep Hrıstiyan aleminin oyunu :) siz kedileri sevin ne demiş yüce Rabb'im: Yaratılanı sev...
    Ve son olarak kedileri neden ilgi çekici bulduğumu kısa ve etkili şekilde açıklayan
Joyse Stranger'in sözleri;
   Ben kedilere bayılırım.
    Zarafetlerine, inceliklerine.
   Bağımsız ve küstah tavırlarına.
   Yatışlarına ve bakışlarına…
   O sinir bozucu, dimdik, göz kırpmayan,
   Değer biçici, hüküm verici bakışlarına...

Berat Kandili...

 
 "Ben duanın kabul edilmemesi kaygısı taşımam...İçimde dua etme isteğinin olmaması kaygısı taşırım çünkü kişiye dua etme isteği verilmişse kabul onunla bereberdir..."
   Hayırlı Kandiller...

1 Temmuz 2012 Pazar

Balkan Rüzgarı...

   Bildiğiniz gibi bu blog işinde yeniyim o yüzden buralar biraz dutluk. Ama ben blog başlığımdan ilham alarak mükemmeli yakalamaya uğraşıcam bakalım başarı beni kovalayacak mı?
   Aslında bu ilk yazımı hangi konu hakkında yazıcağım konusunda baya kafa yordum. Film mi? Kitap mı? Dizi mi? yoksa Güncel mi?
   Sonra Atv' de Son Yaz Balkanlar'ın fragmanını gördüm ilgimi çekti çünkü ben bir Elveda Rumeli hayranıydım. Diziyi geç keşfetmekle birlikte delisi olmuştum ki çok başarılı bir projeydi.
   İnsanı izlerken hem eğlendirebilen hem de ağlatabilen nadir dizilerdendi. Bir kere o muhteşem kadro ve başarılı oyuncular, zaten hepsi daha önce pek ekranda görmediğimiz tiyatro eğitimli kişiler. Özellikle şiveleri en beğendiğim şeylerden biriydi ki o dönem hep o şiveyle konuşmuşumdur. Erdal Özyağcılar ve Şebnem Sönmez'i daha önce her ne kadar İstanbul ağzıyla izlesekte ekranlarda usta oyunculuklarıyla hiç yadırgamadım. Tek önyargım Berrak Tüzünataç ve Tolgahan Sayışman içindi ama onlarda bu işin hakkından iyi geldi.
   Şimdi ki diziye gelecek olursak; bu dizi hakkındaki önyargılarım daha fazla çünkü başroller; Hazal Kaya, Tuğça Kazaz ve yeni jenerasyon Çağatay Ulusoy(Çağatay'da çok eski değil ama) yani Furkan Palalı...
   Hazal Kaya'yı hep İstanbul hanımefendisi rollerinde izledik. Oyunculuk tamamda Rumeli şivesinin hakkından gelecek mi ciddi şüphem var yadırgarız bir kere.
   Furkan Palalı'da da çok önyargılıyım. Rolünde izlemeden bilemem ama sonuçta bu işe Çağatay gibi bir playboy rolünde başlamadı ben ağır bir iş olduğunu düşünüyorum ki zaten geçen hafta Hayat Devam Ediyor'da konuşmasını gördükten sonra(bide üstüne ağlıyordu) "lannn bu ne!" oldum. Umarım kendini hemen geliştirebilir.
  Tuğçe Kazaz'ın da daha önce bir oyunculuk maceresı olmuştu sanırım o yüzden pek bişey söylemek istemiyorum sonuçta Türkiye'de mankenden bozma oyuncu oldukça fazla, altıntan kalkabilen var beceremeyen var. İzleyip göricez.
   Elveda Rumeli büyük bir hüsranla bitince adamlarında içinde kaldı tabii onlarda yeniden bu projeyle dönüyor ekranlara.
  Dediğim gibi bu 3 başrolle ilgili şüphelerim var, umarım ben yanılırım ve izlediğime değer çünkü heyecanla bekliyorum...

28 Haziran 2012 Perşembe

Hoşbuldum...

    Artık bende bu yazıyla blog alemine dalmış bulunmaktayım. Efenim adımdan da anlayacağınız üzere hem karayım hem beceriksizim, tabi ki yazmak konusunda.(diğer konularda gayet iyiyimdir.) Klavyem(kalemim) pek iyi değildir, ilkokulda bile hocaların verdiği kompozisyon ödevlerinde iki lafı bir araya getirip yazamazdım.
   Peki o zaman ne halt yemeye açtın?
  Uzun süredir çeşitli blogları takip ediyorum. Hemen hemen her yazılarını okumuşumdur, herkes kendi zevklerini, ilgi alanlarını, isteklerini rahatça dile getiriyor, tartışıyor, fikir alışverişi yapıyor ve birbirlerini tanımayan insanlar ortak zevkleri sayesinde güzel bir ortam oluşturuyorlar ki blog açmamdaki önemli nedenlerden biri.
  Çevrenizdeki insanlarlarla ne kadar yakın olursanız olun aynı zevkleri paylaşmak mümkün olmayabiliyor: Bir filmi, kitabı, müziği ele alıp konuşup tartışamıyorsun. Bu yüzden bu bir işe kalkıştım bende :) Artık ilgimi çeken konuları, beğendiğim, hayranı olduğum herşeyi bu dünyada paylaşıcam.
   Takip ettiklerim ve takipçilerimle her konuda fikir alışverişi yapıcam tabi hiç takipçim olmayabilirde, olsun kendim çalıp kendim söylerim demi efenim...